9 Eylül 2011 Cuma


Sokağın başındaki çıkıntıya oturmak çok önemliydi bizim için. Oraya oturan artık sokaktaki abiler arasına girmiş sayılıyordu. Bahçelere korumalık inşa eden işçiler tarafından yanlışlıkla yapılmış gibi duran çıkıntı, alçıdandı ve en fazla 3 popoyu bünyesinde barındırabilirdi. O çıkıntıya oturamayan, mahalledeki teyzeler tarafından 'Küçüüüük' diye seslenilmeyi, kendisine 'Bana 2 ekmek 1 süt al' denilmesini hak ediyordu. Kendinden 1 yaş büyüğüne bile abi diyecek kadar saygılı olmalıydı. Savaş sırasında karşı taraftan ateş gelmeden boncuklu tabancasıyla ateş edemezdi. Maçta ya kaleci ya da defans olurdu, belki ön libero ama asla orta saha olamazdı. Büyüğü onu sokağa çağırırsa çıkmak zorundaydı. 'Annem izin vermiyo' bahanesini haftada ancak 1 yada 2 kere kullanabilirdi. Oraya oturamayanın adı 'Süt çocuğu' ydu.

Süt çocukluğundan terfi yaşı aşağı yukarı belliydi ve liseye başlama zamanına tekabül etmekteydi. Bazı iyi futbol oynayanlar, sakalı erken çıkanlar ve fırlamalar için bu zaman biraz daha erkendi. Efendi kişiliğim, şişman ve tüysüz anatomik yapımla bu yaşı daha erkene çekmem imkansızdı. Ayrıca derslerimde de başarılı bir öğrenciydim.
Oraya oturmanın da getirdiği bazı sorumluluklar vardı. Arabadan iyi anlaman gerekiyordu,  amortisör, ses tesisatı, afilli jantlar, camlarda siyah film gibi aksesuarları görürsen etkilenmeliydin. Pop müziği, yerli yabancı en hit şarkıları, seksi klipleri iyi bilmen lazımdı. Bir şarkıdan söz açıldığında 'O şarkının bass'ı çok iyi ya' demeliydin. Nerede bir köpek görsen 'Stilliiii ya ya ya' 'Fışşşşş' 'Uuu kıs kıs kıs' gibi enterasan sesler çıkararak köpeği tahrik etmeliydin. Köpek kovalarsa kaçmak serbestti ama hoş karşılanmazdı, büyüklerden laf gelebilirdi. Ve tabii ki yoldan geçen kızlara laf atmalıydın. Bu konu yaratıcılığa en açık ve benim de en sevdiğim kısımdı. 'Yavrum, yerim seni', 'Vay anam hepsi senin mi' gibi modası geçmiş laflardan ziyade 'Aman yarabbim ne güzel duruyorlar yanyana', 'Yer çekimin oliyim anam' gibi güldürürken düşündüren sözler kullanmak daha makbuldü. Teşbihde hata olmaz mantığıyla istediğin kadar uçabilirdin. Kendimi kanıtlarsam ancak buradan kanıtlayabileceğimin farkındaydım.

Terfime 1 yıl kala o çıkıntıya oturamasam da yavaş yavaş oturanların yanında ayakta dikilmeye, para varsa gazoz içip çekirdek çitlemeye başladım. Yoldan geçen arabalara bakıyor, kızlara laf atıyor arda kalan zamanlarda muhabbet ediyorduk. Belki de muhabbet etmiyorduk da sadece küfür ediyorduk. Orada zaman nasıl geçiyor anlamıyordum. Çok mutluydum ve gecenin bitip eve dönme zamanının gelmesini hiç istemiyordum. Bir yandan da, herkes benden kendimi ispatlamamı, o çıkıntıyı hak ettiğimi göstermemi bekliyordu. Sorumluluk almam gerektiğini düşündükçe tek çocuk beklerken üçüzü olan ve birden Atlas gibi bütün dünyayın yükünü omzunda taşıyan bir babanın hissettiği müthiş baskıyı hissediyordum. Krizleri ve baskıyı da iyi yönetemeyen biriydim. Bir keresinde berber koltuğunda çişimin gelmesiyle ne yapacağımı bilemeyerek altıma işemiştim. Velhasıl, arabalarla ilgili konu açıp muhabbet etmeyi düşündüm ancak arabalara karşı da zerre ilgim yoktu. Bu konu beni çok zorluyordu. Bir akşam, bass solosuyla başlayan bir rock şarkısını dinletmek için walkman'imi de yanımda getirmeyi düşündüm. 'Abi basslar deli ya' diyerek dinlettiğim şarkıdan sonra arkadaşlarımın yüzünden okunan ifade, babasına yalvar yakar elma şekeri aldıran çocuğun şekeri yere düşünce yüzünde oluşan hayal kırıklığı ifadesiyle aynıydı. Halbuki, şarkıda çalan basçı dünyanın en ünlü 2-3 basçısından biriydi. Bu iki konuda başarılı olamayacığımı anlayınca risk alıp köpeğe dalaşmaya karar verdim. Lakin, köpekten de korkmaktaydım. Ama bunu yapmalıydım. Akşamında, köpeğe 'höytttt' 'gelsene lan' 'wuoaaaa' cinsinden laflar atarken içimden saldırmasın diye de dua ediyordum. Maalesef, köpek saldırdı ve çok korktum. Arkadaşlarımın dediği gibi 'karı gibi' kaçtım.

Mahalledeki bu başarısızlığım beni evde yalnızlığa sürükledi. Okuldan eve geliyor, yemeğimi yiyor ve ders çalışıyordum. Ders çalışmak hoşuma gitmeye başlamıştı. Adeta ara vermeden çalışıyor, çalıştıkça mahalledeki dertleri unutuyor, her doğru matematik sorusunda köpeğin yüzüne bir tekme atmışım gibi seviniyordum. Dışarıdan bakıldığında su katılmamış bir ergendim.
Yaz gelmişti. Ders çalışarak kendimden kaçma devri bitmişti. Erkek olup sokağa çıkmam lazımdı. Zira bizim sokakta yazın gündüzleri evde oturana 'kız' derlerdi. Yine aynı sıkıntıları yaşamaya başlamıştım. Terfi olamayacağım diye korkuyor, geceleri kabuslar görüyordum. Tek çıkar yolumun kızlara laf atmak olduğunun farkındaydım. 'Hem ne olacak ki, kızı bir daha nerede göreceğim, ayrıca laf atıcan biticek gidicek' diye düşünerek kendimi evlenme teklifi etmeyi düşünen bir sevgili gibi hazırlıyordum.

O akşam, çıkıntıda otururken doğru kızı ve zamanı bekledim. Ancak, heyecandan olacak doğru lafı kafamda hazırlamamışım. Ortamın en sessiz, laflarımın en anlaşılabilir olduğu zamanı bekledim. O anın geldiğini hissedince gözüme bir kızı kestirdim ve karşımızdan yürürken önüne çıkarak 'Pardon, siz Petek Dinçöz müsünüz?' dedim. Soruyu sormamla birlikte adeta yüzümden aşağı kaynar sular döküldü. Hayatımda hiç bu kadar utandığımı hissetmemiştim. Kızın yüzündeki korku ifadesi vicdanımı sızlatmıştı. Bu kadar zor olacağını hiç tahmin etmemiştim. Ayrıca, nasıl olur da bu kadar anlamsız, rezalet ve yaratıcılıktan uzak bir söz seçebilirdim. Aslında, kıza iltifat ediyordum çünkü o zamanlarda Petek Dinçöz, Foolish Casanova'yla yeni çıkış yapmış, albümü piyasaları, klibi abazaları, sözleri klişeleri, dansı tabuları alt üst etmişti ve benim o dönemde tahayyül edebileceğim en güzel kadındı. Bu şekilde vicdanımı rahatlattım. Kız 'Çekil be salak' dedi. Kimse farklı bir cevap beklemiyordu zaten çünkü her laf atma böyle sonuçlanıyordu. Arkadaşlarıma döndüm ve 'Bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz' dedim. Şimdi geri dönüp baktığımda bu cevabımla agnostik felsefenin dibine vurduğumu görüp bir nebze olsa da teselli buluyorum.

Bu olaydan sonra da başarısızlığım devam etti, terfi alamadım. Çaresizliğime evime uzak bir liseyi kazanmam yetişti. Yepyeni bir başlangıç yaptım. O sokak hayatından artık tiksiniyordum. 2-3 sene önce de o çıkıntıyı yıktılar. Yıkılma anını canlı izlemek isterdim ama kaçırdım. Şunu tabirin çok sonra ortaya çıkmasıyla farkettim; az daha apaçi oluyordum.
.
.

0 yorum:

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.