16 Eylül 2011 Cuma


Yıllardır karizmatik bir nick hasretiyle yanıp tutuşuyorum. Zifiri karanlık gecelerimde, nasipsiz gündüzlerimde, umarsız iç çekişlerimde, kayıtsız dalıp dalıp gidişlerimde, soluksuz metrobüs yolculuklarımda, kendimle aramdaki amansız kavgalarımda bu özlemi duyuyorum. Saatlerce kafa patlatıyorum, eşe dosta soruyorum, Google'a yazıyorum ama bulamıyorum. Yakışıklı prens, yalnız kartal, sessiz rockçı, asi rapçi, dar sokakların tövbekar delikanlısı, son hücumun adamı, kayıp kentin yakışıklısı ne kadar kıro geliyorsa painkiller, heartbreaker, icetoucher, girlhunter, handwasher, luncheater, teethbrusher, enginarhater o kadar yozlaşmış geliyor. Ünlü birinin yada bir film karakterinin ismini almak konusuna hiç değinmiyorum, ergenlikten çıkalı çok oldu. Sağ altta profilimde de görüldüğü gibi bulduğum nicklerin hali içler acısı; 'gm blues'. 'gm' kısmını siz sevgili okurlarımın hayal dünyasına bırakıyorum. 'blues' kısmı zaten belli.

Konu aslında sadece nick değil. Hayatımı roman yapsam adını koyamam. Sadece dosyaları gönderdiğimi söyleyeceğim mailin başlığını 'dosya gönderimi' koyarım. Birine birşey anlatırken lafı dolandırmadan öz konuşsam da karşımdaki lafı uzatma topla derse yapamam. İşin nasıl derlerse iyi derim, ne yapıyorsun derlerse iki kelimede anlatamam. Soruda maddeler halinde açıklayın diyorsa boş bırakırım. İlkokulda hocamın beni ayağa kaldırıp 'Ülkemizdeki denizleri sayar mısın?' sorması üzerine 1, 2, 3 diyerek cevap vermişliğim var.

Ben yaşadıklarımı, hissettiklerimi, bildiklerimi ve gördüklerimi adlandıramam, onları bir kalıbın içine sokamam. Aşkın büyüsü de adını koyduktan sonra bozulmuyor mu zaten? (ıyyy rezalet)

0 yorum:

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.